11. Hukuk Dairesi 2017/4954 E., 2019/5047 K.
Davacı vekili, müvekkilinin davalının acentesi olduğunu, tarafların aralarındaki acentelik sözleşmesini protokol düzenleyerek bitirmek istediklerini ve 22/12/2006 tarihli protokol düzenlediklerini, anılan protokol uyarınca davalı tarafından müvekkiline ödenmesi gereken meblağın üç taksidinin protokoldeki adresinde ödendiğini, dördüncü taksit ve dördüncü taksitle birlikte ödenmesi gereken 2006 yılı Aralık hak ediş fatura bedelinin ödenmemesi üzerine davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını ancak, davalının haksız olarak borca itiraz ederek borcun icra takibinden önce müvekkili adına bankaya yatırıldığını iddia ettiğini oysa, protokolde müvekkilinin açık adresinin yazılı olduğunu, hangi tarihlerde ne kadar para ödeneceğinin de kararlaştırıldığını, dördüncü taksite 2006 yılı Aralık hak ediş faturasının dahil edilmesi gerektiğinin de açıkça düzenlendiğini, buna uygun olarak da ilk üç ödeme taksitinin davacı protokol adresine yapılarak ödeme belgesi düzenlendiğini, başkaca ödeme de kararlaştırılmadığını, para borcunun götürülecek borç olup, alacaklı ikametgahında ödenmesi gerektiğini, müvekkilinin uzun yıllar kullanmadığı bir banka hesabına, ihbar da edilmeden yapılan ödemenin kötüniyetli ve usulsüz olduğunu, banka kayıtlarını kontrol ederek dava açma tarihinde bu ödemeyi öğrendiklerini, parayı da henüz çekmediklerini yine, 37.821,94 TL’lik ödemenin protokoldeki ödeme tarihinden sonra yapıldığını ileri sürerek, itirazın iptalini, takip miktarına dava tarihine kadar faiz işletilmesi daha sonra alacağın tüm fer’ileri, vekalet ücreti, icra masraf ve harçlarının hesaplanması ile sonrasında da belirlenen alacak miktarından haricen bankaya yatırılan rakam mahsup edilerek BK’nın 84. m. gereğince kalan rakam üzerinden tüm fer’ileri ile birlikte takibin devamı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini, 37.821,94 TL’nin icra dosyasında hesaplanacak tüm fer’ileri, masraf ve vekalet ücretinin de ödenmesine karar verilmesini ve alacağın %40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, protokol uyarınca üç taksidin davacı adresinde makbuz karşılığı ödendiğini, dördüncü taksit ve Aralık hak edişi 14.535,61 TL ile birlikte davacı alacağı olan 40.855,61 TL’den davacının acentelik dönemine ait kesintiler düşüldükten sonra 37.821,94 TL olan alacağın adresine götürülerek ödenmek istendiğini ancak, kabul edilmediğini, 10/02/2007 tarihi cumartesi günü olup, ödeme kabul edilmediğinden temerrüte düşmemek için tatilden sonraki ilk iş günü olan 12/02/2007 pazartesi günü davacının bilinen Ziraat Bankası Pozcu Şubesi’ndeki hesabına havale edilerek protokole bağlı olarak borcun tamamının ödendiğini, protokol gereği devir teslim sonrasında oluşan davacıyı ilgilendiren ve sorumluluğunda olan 3.034,04 TL’lik acentelik dönemine ait kesinti bulunduğunu, bunların araç, motorin bedelleri, elektrik - su borcu, devir teslim sırasında mükerrer tazmin çıkış karşılığı, devir teslimden sonra tahsil edilemeyen faturalar karşılığını oluşturduğunu, bu kesinti miktarının davacı alacağından düşüldükten sonra kalan kısmın banka hesabına icra takibinden önce yatırıldığını, davacı vekiline de telefonla bankaya ödeme yapıldığının bildirildiğini, davacının paranın hesaba yatırıldığını bilmediği yönündeki iddiasının doğru olmadığını savunarak, davanın ve icra inkar tazminatı isteminin reddini, davacının asıl alacağın %40’ından aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir.
Mahkemece bozma ilamı, iddia, savunma, toplanılan deliller, bilirkişi raporu, ve tüm dosya kapsamına göre, davacı-alacaklı tarafın, davalı-borçlu taraftan 3.033,40 TL alacaklı olduğu, takibe konu alacağı bu miktar yönünden yapılan itirazın haksız olduğu ve alacağın sürüncemede bırakıldığı gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüyle; Mersin 6. İcra Müdürlüğünün 2007/1038 esas sayılı dosyasına yapılan itirazın 3.033,40 TL'lik kısmının iptaline, kabul edilen 3.033,40 TL'nin dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 2004 sayılı İ.İ.K'nın 6352 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hali dikkate alınarak %40'ına tekabül eden 1.213,36 TL icra inkar tazminatının davalı-borçludan tazminine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, karar verilmiştir. Kararı, davacı ve davalı vekilleri temyiz etmişlerdir.
1-) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik ve özellikle mahkemece benimsenen bilirkişi raporundaki değerlendirme ve taraflar arasındaki açık hesaba ilişkin ekstre gözetildiğinde, mutad uygulama kapsamında, davacının Aralık-2006 yılına ilişkin hak ediş tutarından davalıya ait 1.590,69 TL tutarındaki iade faturası tutarının mahsup edilmesinde 22.12.2006 tarihli protokol hükümleri uyarınca bir yanlışlık bulunmamasına, keza yine bilirkişi raporunda da yer verildiği üzere, davalı yanca yapılan toplam 1.268,83 TL tutarındaki bir kısım harcamalar ile Fatih Kitabevi tazmin bedelinin ve davalı tarafından yapılan ödemeye ilişkin banka havale masrafının davacı alacağından düşülmemesinde bir isabetsizlik olmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-) Dava, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin ve bu sözleşmeden kaynaklanan davalıya ait takipli borçların tasfiyesi amacıyla düzenlendiği anlaşılan 22.12.2006 tarihli protokole dayalı alacağın tahsili için davacı acente tarafından başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali isteminden ibarettir.
Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere, davalı yan gerek takibe itirazında ve gerekse de dava sırasındaki savunmalarında, yaptıkları mahsuptan sonra bakiye alacağın tesellümünden kaçınılması nedeniyle belirlediği meblağın davacının banka hesabına ödendiğini, bu suretle takip tarihi itibariyle davacı yana borçlu olmadıklarını ileri sürmüş, davacı yan ise bunun mutad bir ödeme biçimi olmayıp hesaba yatırılan paradan takibe itiraz edilmesiyle haberdar olduklarını, davalı borçlunun alacaktan mahsup yapmasının haklı nedenlere dayanmadığını ileri sürmüş, yapılan ödemenin ise takipten sonra yapılan kısmi ödeme niteliğinde addedilmesi ile öncelikle faiz ve takip giderlerine mahbup edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 90. maddesi uyarınca, alacaklının temerrüdünün oluşması için, borçlunun borcunu, usul dairesinde alacaklıya arz etmesi, alacaklının ise haklı bir neden olmaksızın ödemeyi reddetmesi gerekir. Böyle bir durumda, borçlu aynı kanunun 91. maddesi uyarınca, borcunu hakim tarafından belirlenecek bir mahalle tevdi etmek suretiyle borçtan kurtulabilecektir. Öte yandan, para borçları 818 sayılı BK’nın 73. maddesi uyarınca, götürülecek borçlar nev’inden olup, başka bir mahalde ifa, ancak alacaklının kabulü veya ifa yerinin sözleşmeyle belirlenmesi ile mümkündür.
Anılan kanun hükümleri doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, taraflar arasındaki protokol ve asıl sözleşmede, davacıya yapılacak ödemelerin ifa yeri bakımından bir açıklık bulunmamaktadır. Bu itibarla, BK 73. maddesi dairesinde, davalının borç ödemesini, davacının ikametgahında ve doğrudan (elden) kendisine yapması gerekmektedir. Hal böyle olmakla, bizzat davalı delilleri arasında bulunan tutanaktan da anlaşılacağı üzere, savunmasının aksine davalı yanın, borcun ifası bakımından davacının konutunda yahut işyerinde bir ödemesinden yahut ödeme teklifinden söz edilemeyecektir. Keza davalının bir kısım mahsup işleminin yerinde olmadığı anlaşılmakla, varılan bu sonuç dairesinde, borçlunun yaptığı ödeme teklifinin de, kanunun kullandığı deyimle, usul dairesinde bir ödeme teklifi mahiyetinde olmadığı, alacaklının kısmi ödemeyi reddetmiş olması halinde dahi alacaklı temerrüdünün koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, bir an için aksinin kabulü halinde dahi, davalının, yukarda zikredilen 818 sayılı BK’nın 91. maddesi çerçevesinde, borcunu mahkemece tayin edilen bir mahalle de tevdi etmediği ortadadır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 22.11.2012 tarih ve 9416/10921 sayılı benzer bir konuyla ilgili verdiği kararda da zikredildiği ve davacının, dosyaya yansıyan ekstreden de anlaşılacağı üzere uzun süredir işlem görmeyen banka hesabını kontrol etme yükümlülüğü bulunmaması nedeniyle, hukuken, davalı borçlunun icra takibinden önce takip konusu borcunun kısmen yahut tamamen ödendiği kabul edilemez. Bu durumda, mahkemece, davalının yaptığı ve kısmi nitelikte olduğu anlaşılan ödemeyi öncelikle faiz ve masraflardan düşerek sonuca varılması gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi yerinde olmamış, davacı vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının davacı yararına bozulması gerekmiştir.
3-) Davalı yanın sair temyiz itirazlarına gelince; davalı, takip ve yargılama aşamasındaki tüm savunmalarında, davacı acentenin tahsil yetkisine sahip olduğunu ve tahsil edilemeyen taşıma faturalarından kaynaklanan sorumluluğun davacıya ait bulunduğunu ileri sürmüştür. Gerçekten de taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinde ve düzenlenen tasfiye protokolünde davacının tahsil edilemeyen faturalardan kaynaklanan sorumluluğunun bulunduğu ve tasfiye protokolüne rağmen bu sorumluluğun takip tarihi itibariyle de halen var olduğunun kabulü gerekir. Davalı yan, tahsil edilemeyen fatura tutarlarının 1.103,10 TL tutarında olduğunu öne sürmüş, buna ilişkin müfredat pusulasını da dosyaya sunmuştur. Mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, söz konusu savunma, bu yönüyle incelenmemiş, sadece dönemsellik ilkesi bakımından davalı yanın mahsubunun yerinde olmadığı açıklanmıştır. Halbuki, davacının alacağından davalı tarafından tahsil edilemeyen taşıma bedellerine ilişkin olarak mahsup edilen bu kalemin dönemsellik ilkesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Hal böyle olmakla, davalının söz konusu savunmasının, her iki taraf defterleri de incelenerek, yerinde olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre davalının mahsuba haklı olup olmadığı, haklı ise ne miktarda mahsup cihetine gidebileceği belirlenerek hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde bu kalemden ötürü davalının mahsup yapamayacağının kabulü yerinde olmamış, davalı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının davalı yararına da bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davacı yararına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden davacı ve davalıya iadesine, 08/07/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Comments